DERSİM KATLİAMINDAN KALANLAR
Hıdır Çakmak,Abbas Tan,Hıdır Efe (2012)
1938 yılında yaşanan Dersim Katliamından birisi yaralı diğeri çocuk yaşta yara almadan kurtulan iki Hıdır aynı kaderi paylaşmışlardı. Bugün ayni mahalleyi hatta aynı sokağı paylaşın kadar arkadaşları memleketlerinden Dersim’den uzaklarda Kayseri’nin bir mahallesinde yaşamlarını sürdürmektedirler.
Hıdır Çakmak Dersim olaylarını yaşadığında dokuz yada on yaşlarında olduğunu anlatır.
Dersim (Tunceli) Hozat İlçesi Ağzunik köyünde bir yaz günü (5 Ağustos 1938) akşam saatlerinde Asker köyün etrafını çevirir. Köyde ne kadar insan var hepsini köyün orta yerinde toplarlar. Erkekleri bir tarafa kadınlarla çocukları da bir tarafa ayırırlar. Erkekleri köyün bir tarafındaki dereye doğru götürürlerken kadınları ve çocukları da köyün diğer tarafındaki bir dere kenarındaki ekini yeni biçilmiş, toplanmış ama hasat henüz ortada olan bir tarlada yan yana dizmişler.
Karşılarında sonradan öğrendiği makineli tüfekler kurulmuş askerler beklemektedirler. Hıdır annesinin eteğinde tutmuş olan bitenden habersizdir. Annesinin kucağında küçük kardeşi Yusuf’da var.
Askerlerde bir hareketlenme başlar. Tepenin diğer tarafından silah sesleri duyulunca kadınlar çığlıklar atarlar, ağıtlar söyleyenler, kendilerini yere atanları bir bir sessizce seyreder. Biraz sonra karşıda duran askerler makineli tüfeklerle kadınları ve çocukları tararlar.
Kimileri yerlere yatar, kimileri sürünmeye başlar. Hıdır ve annesi kucağında çocukla yere düşerler. Annesi Hıdır’a Dersim lisanı ile (zazaca)sorar,
Sana bir şey değdi mi?
Hıdır cevap verir. Hayır bir şey değmedi dediği anda koltuğuna bir şey çarpar (Kurşun değip sıyırıp geçmiştir).
Ane (Anne) sana bir şey değdi mi?
Anneden ses çıkmaz. Annesinin kıpırdamadan yattığını görür ama Hıdır ölümün ne olduğunu hala bilmediğinde umursamaz bile.
Bir kadın bağırır(kendi ana dili zazaca ile). Kimse yerinden kıpırdamasın.
Biraz sonra askerler ölülerin arasında dolaşmaya başlarlar. Tarladaki biçilmiş buğday saplarını ölülerin üzerlerine saçarlar ve yakarlar. Ateş Hıdır’a yaklaştığında kardeşini kundakta sarılı annesinin yakınında yattığını görür. Biraz sonra ateş iyice yaklaşacak ve yanacaklar.
Hıdır dereye doğru yattığı yerden yuvarlanmak isterken asker tüfeğinin ucundaki süngü ile Hıdır’a vurmaya başlar. İki kurşun mermisi ve yedi süngü darbesi alan Hıdır dere kenarında kıpırdamadan yatarken bir askerin kardeşine yaklaştığını görür.
Asker elindeki süngüyü küçük Yusuf’un kundağına taktığında çocuğun bağırsakları dışarı çıkar. İkinci bir süngü hamlesi ile Yusuf’u ateşin içerisine fırlatır. Hıdır artık o tarafa bakmaktan kaçınır ve dereye kendisini atar.
Artık güneş batmış, askerler çekilmiş, kimseden ses yok. Bir kadın yüksek sesle sağ olanlar dere kenarına gelin deyince toplan dört kişi bir araya gelmişler. Toplam dört kişi. İki kız çocuğu, iki kadın.
Hıdır ve köylüsü küçük bir kız da yaralı. Kız ermeni kızı. Köyden ve yoldan biraz uzakta bir su kenarına gidip orada kalıyorlar.
Kadınlar nereden nasıl bulduklarını bilmiyor ama bunlara bir yorgan veriyorlar. Hıdır ile küçük kız aynı yorganın içerisinde yatıyorlar. Ay ışığı olduğu için görebiliyorlar. Birkaç defa dereden gidip su içip gelip yatağa giriyorlar. Hıdır su içip geldiğinde yanında yatan kız hiç kıpırdamıyor. Kız ölmüş ama Hıdır bunu anlayamıyor.
Sabah olduğunda kadınlar ortalıkta yok. Kız uyanmadan yatıyor. Hıdır yaralı her tarafından kanlar akıyor. O vaziyette iki gece orada kalıyor, ölü kızla aynı yatağı paylaşıyor Hıdır. Acıkmış ama yiyecek bir şey yok. Deredeki üzümler henüz yetişmemiş koruk halindedir. Bir üzüm tanesi kopartıyor ama çok ekşi olduğu için boğazından geçmiyor bile. Üzüm yapraklarını kopartıp yemeye çalışıyor. iki gün sonra üzerindeki entarisi kanlar kurumuş ama bir taraftan da vücutunun çeşitli yerlerinden kanlar akıyor. Üzerindeki entariyi çıkartıp çocuk aklınca yıkamaya çalışıyor. Yıkayıp ağacın dalına asmış ve çırılçıplak otururken bir ses duyuyor. Döndüğünde iki sivil ve iki asker görünce ilk defa o anda korkuyor.
Akerler Hıdır’dan bir şeyler soruyorlar ama Hıdır Türkçe bilmediği için bir de korkusundan cevap dahi veremiyor.
Yere bir şeyler bırakıp gidiyorlar. Bıraktıklarının ne olduğunu bilemiyor, hiç görmediği şeyler. Merakından olsa da alıp bakıyor, diline dokunduruyor ve yemeye başlıyor. Birkaç günlük bayatlamış ekmek. Fırın ekmeğini hiç görmediği için taze bayat olup olmadığını bilese de ekmeği yiyor.
Diğeri ise beyaz yumurtadan küçük bir şey. Onu da dili ile yokluyor, çok tatlı gelince yemeye çalışıyor ama hem sert hem de küçük olduğu için hemen bitmesin diye somuruyor. Somurarak yemeye çalıştığı kesme çay şekeri olduğunu nice yıllar sonra anlıyor.
Artık dayanamayan Hıdır ne olursa olsun köye gideyim annemi babamı göreyim diye köye dönüyor. Zaten köy çok uzak değildir. Köye geldiğinde bütün evlerin yakıldığını,hiç kimsenin olmadığını görüyor ve ne yapacağını iyice şaşırıyor.
Köyün üst tarafından bağların arasından tanıdığı birisi çağırıyor.
Oğul yukarı gel, oralarda durma.
Hıdır üzüm bağlarının arasına gittiğinde üç yada dört kişi var bunlardan birisi de ağabeyi Çako.
Yaşlı insanlar bu çocukları yanlarına alarak yakındaki mezraya (mahalleye) götürüyorlar. Yaraları kurutmak için bez, çaput yakarak yaraların üzerine koyuyorlar. Aradan birkaç gün geçtikten sonra yaralara kurt düşmeye başlıyor. Gazyağı ile yaraları yıkıyorlar, temizliyorlar ve Hıdır iyileşmeye başlıyor.
Yaşlı insanların konuşmalarını, anlattıklarını büyüdükçe anlıyor. Katliamda Hıdır’ın annesi, babası, iki kardeşi katledilmiştir. Askerlerin köyden çekilmesinden hemen sonra yakındaki Ulukala (Sünni köyü) köylüleri köye talana gelmişler. Ölülülerin üzerinde, köyde ne bulmuşlarsa alıp götürmüşler.
Köyün hayvanlarını o sırada köyde olanlar askerler alıp götürmüşler, kalanları da Ulukala köylüleri alıp götürmüşler.
Hıdır ve Ağabeyi Çako yıllarca köylerde çobanlık,yarıcılık yaparak yaşamışlar. Evlenip çocuklar çoğalınca bir arayış içerisine girmişler. Dersimde Devlet ve gerilla baskısından çocuklarını kurtarmak için Kayseri’ye geldiğini söyleyen Hıdır Çakmak’la çocukluğunda Dersim katliamından sonra Çorum’a sonra Sinop’a sürgün edilen, kapılarda hizmetçilik yaparak ayakta kalabilen akranı Hıdır Efe ilenin yolları Kayseri’de kırk ikinci sokakta çakışır ve şimdilerde sık sık bir araya gelerek yaşadıkları vahşeti, insanlık dışı uygulamalardan hatırlarında kalanları araştırmacılara, meraklılara anlatır dururlar. Tıpkı bugün bize anlattıkları gibi.
Hıdır Efe’nin anlattıkları bir başka yazıda.
23.11.2012
Abbas TAN