ÇÖKELEK DÜRÜMÜ

ÇÖKELEK DÜRÜMÜ

Abbas Tan

Anam yoğurdu mayalar, üzerini deÇul, çaputla iyice kapatırdı.Sabah erkenden kalkar yoğurdun üzerine sardığı çulları, örtüleri kaldırır Tencerenin içerisindeki yoğurdun kaymağını güzelce toplar bir tabağa doldururdu.

Sabah kahvaltıda çorba yapmışsa büyük bir kabın içerisindeki çorbayı kaşıklamaya başlardık.Çorba değil de çay yapmışsa o gün çok mutluyduk.

Evdamında (mutfak) da yere sofra bezini serer bizler de etrafına otururduk.

Velika’nın dükkanından aldıkları zeytinden biraz zeytin, biraz çökelik (çökeler), önceden yapılmış kömbe ve çay. Zengin, bol çeşitli bir kahvaltı.Kaymak da, tereyağıda vardı ama onları misafir gelir diye bize vermiyor saklıyordu.

Sekiz on taneden az olmayan tavuklarımız da vardı ama yumurtayı da anam kolay kolay bize vermezdi. Onuda misafir için saklardı.

Bazen tereyağı ile yumurta yapardı hem de kapaklı bakır tabakta.Üzerine bidaz tuz, biraz da kırmızı biber serperdi ki baldan gönüllü olurdu.

Bir dönem Arılarımız da vardı.Babam balı kovandan çıkartır büyük leğen ile eve getirir sedirin altına saklardı.Misafir geldiğinde yesin diye. Biz kahvaltı yaparken anam (annem) yayığı hazırlar akşamdan mayalayıp sabah kahvaltısınından önce kaymağını aldığı yoğurdu yayacak ve Tereyağı çıkartacak dı.

Üç ayaklı adeta idam sephasına benzeyen yayık çatmasına asılı iplerin arasına yayığı yerleştirir, bağlama ipleri ile de bağlayıp yoğurdu yayığa doldurur başlardı sallamaya.Bir ileri bir geri.Bu hareketi dakikalarca yapardı.Çok güzel ses çıkartırdı yayığın içerisindeki yoğurt.Arada bir durur yayığın kapağına yerleştirdiği beyaz bezi kaldırıp bakardı.Bazen bir iki tas yada bardakla çeşmeden soğuk suyu ilave yapardı.

Sonuçda yayma işi biter, yayıktaki yoğurt çalkalana çalkalana ayran olmuş, tereyağı da ayrılmış olurdu.Yayıktan çıkarttığı , tereyağlı ayranı büyük bir kabın üzerine yerleştirdiği beyaz bezden yaptığı süzgeçten geçirirdi.İçeride kalan tereyağı, süzülen sıvı da ayran olurdu.

Henüz köylerde elektrik olmadığı içinBuzdolabı da yoktu.Ayran iki gün bekleyince ekşimeye başlardı.Ekşimeden ayranı kaynatır çökelek yapardı.

Balı saklardı.Tereyağınıda saklardı.

Babamın getirdiği lokum ve şeker sucuğunu sandığa saklardı.

Bal, tereyağı, varsa et, büyük leğen ters çevrilir ve altında muhafaza edilirdi.Saklardı ki misafir geldiğinde mahçup olmasınlar.Birkaç gün misafir gelmediğinde kaymak da yağ da ortaya çıkar. Biz de zevkle yerdik.Çökelik iki çeşit olurdu.Normal çökelik, bir de tatlı çökelik ki buna Tomas da derlerdi.Kaynatılan ayran, önceden hazırlanmış koyun derisinden yapılmış torbada biriktirilir, sık sık karıştırılır ve torba dolunca da başka bir deriye sıkıca bastırılarak soğuk ortamda muhafaza edilirdi.

Kışın evlerde başka bir yiyecek olmasa da çökelik, ekmek yanında turşu olunca herşey tamam sayılırdı.Bir de Antep külek pekmezi var ise köyün ağası sayılırdı.

Okula giderken çökelik dürümü yapardı.Kışın av için dağlara gidenlere sobanın sıcak borusuna yapıştırılarak kurutulan ekmekle yapılan çökelik dürümü herşeyi değerdi.

Babamın getirdiği lokum, şeker, cevizli sucuğu anam sandığa saklar, sandığı kilitler, anahtarı da belindeki kuşağa bağlardı.Biz de anam ahıra, bahçeye, ebeme (babaanne), teyzeme gittiğinde hemen gelmezdi. Bunu fırsat bilir sandığın arkadaki menteşelerinin çivilerini söker belli olmayacak kadar alıp çivileri tektar yerine yerleştirirdik.Bir süre sonra onuda fark etti.

Kuru çökelik insanın boğazından zor geçerdi.Arada bir biraz tereyağı ile çökeliği karıştırırdı, yanında kuru soğan ile bir tatlı okurdu ki (bize öyle gelirdi).O gün akşama kadar acıkmayacağımızı sanırdık….. (devamı gelecek).

Çukurovadan kök sökmeden gelenler portakal getirirlerdi.Yazın tarlada, bahçede çalışan, hayvan peşinde koşturan güçlü kuvvetli erkekler kışın Çukurovaya kök sökmeye giderlerdi.Bunun ne anlama geldiğini bilemiyorduk.

Evden çıkarlarken bir yorgan, bir bel (tarım aleti), yemek yapacak küçük tencere veya tabak.Bunları sırt çantası yaparak Adana’ya (çukurovaya) yaya yola çıkarlardı.Üç, dört, beş kişilik gruplar halinde olurlardı.Başlarında biri elçi (sözcü) olurdu.

Bizim köyden Kozan ikiyüz km ye yakındı.Günlerce yaya yol giderler, köylerde ağaçları keserek tarla (ekim alanları) oluştururlardı.Kesilen ağaçların toprak altında kalan köklerini çıkartarak tam tarla haline getirirlerdi.

Anlattıklarına göre, çalıştıkları işini yaptıkları çukurovalı, çalışanlar için Kamış saplarından Alaçık yada Huu denilen barakalar yapar, çalışanlar da yorganın yarısını altına gelecek diğer yarısı da üstünü örtecek şekilde katlar, arasına sıkışır yatarlarmış.Günlerce çalışırlardı.Sıtma hastalığına yakalanmış ve hayatını kaybetmiş insanların cenazeleri orada kalırdı.

İş bitiminde paralarını alırlar.Yorgan, bel, tabak veya tencerenin yanı sıra taşıyabileceği kadar da Portakalı bir torbaya koyar köye dönmek üzere yine yaya yola çıkarlardı.

Günlerce yol alırlardı.Kozan, Feke (asmaca), Saimbeyli (Hacın), Tufanbeyli (Hökeçce/Mağara) ilçelerini geçerek Sarız (Köyyeri) ne gelirlerdi.Gündüz yol yürürler, akşam olunca da en yakın köye sığınırlar misafir kabul edecek ev ararlardı.Kolay kolay kimse misafir almazı bu ilçileri.

Günlerce yağmur altında kök söken, su gibi terleyen bu işçilerde bit, pire, tahtakurusu gibi hayvanlar vücutlarında yuva yapmıştır diye evlerine kolay kolay almazlardı.Elbette merhametli olan ailelerde vardı köylerde ve onlar misafir alırlardı.

Akşam saatlerinde köyün aşağıdan (çukurova tarafı) gelen yola bakardık.Kökçüler geliyormu diye.O saatte mecburen bizim köye misafir olacaklar.Bir sonraki köye gidene kadar karanlık olur ve kimse misafir almaz.

Bir anda Kocaköprü tarafından birkaç kişi gözükürdü.Sırtlarında çantaları peşpeşe dizilmişler, birisi önden kısa adımlarla karda yolu açıyor, diğerleri de onun izinden yürüyorlardı.Önde giden yorulunca bir başkası öne geçiyordu.

Bizim köyde bunları Ferit amca ile Çürük İsmail amca misafir alırlardı.Biz de o evlere utana sıkıla giderdik.Ferit amcanın evinde File teyze sobaya meşe odununu doldurmuş, kütür kütür yanıyor.Kökçüler sedirde herbiri bir yana yaslanmışlar, ayaklarındaki yün çoraplarının bazılarının parmak ucu yırtılmış, bazılarının ökçeleri yırtılmış sırılsıklam su.Ayaklarını sobaya uzatarak ısıtmaya çalışırlarken Kökçülerden birisi Bir yada iki tane Portakalı File teyzeye verirdi.Ferit amca cebinden çıkarttığı sapı keçi boynuzundan yapılmış katlanır cep pıçağını çıkartır, portakalın kabuğunu kopartmadan çevire çevire soyar ve sobanın üstüne bırakır.Portakal kabuğunun kokusu mahalleyi sarardı.File teyze, portakalı ortadan ikiye ayırır, tek tek dilimleri çıkartır hazır bulunan çocuklara birer adet verirdi.

Aldığımız bir dilim portakalı bir lokmada bitirebilirdik ama bunu yapmazdık.Bir ucundan küçücük ısırır suyunu emerdik ki yere dökülmesin diye.Ne kadar itinalı davranırsak davranalım mutlaka portakalın suyu üzerimize dökülürdü.O damlacığı parmağımızla alır yalardık.Diğer arkadaşlar portakalı yiyip bitirince, elinde portakalı olan çocuğun havasından geçilmezdi.Portakal dağıtımından sonra Ferit amca çocuklara seslenirdi.”Haydın bakalım, portakalı yediniz, herkes evine. Ananız (anneniz) sizi bekliyor”.Gururla evlerimize giderdik…..